top of page

“Akl-ı Devlet ile Akl-ı Milleti Buluşturabilmek…”

Güncelleme tarihi: 3 Haz 2024

“Tarih değil, hatalar tekerrür ediyor!” diyen Sultan Abdûlhamid Hân’ın sözü bizlere önce problemin tespitini, ardından da çözümü için alınması gereken tedbirleri öğütler sanki?


Bayram Kılınçer / Harb-i Strateji





Diyoruz ki; ‘Türkiye tarihi dönemeçlerden geçiyor…’


Bunu ısrarla savunuyoruz, zirâ eğer bizler süreçleri doğru yönetebilirsek, kader hükmünü icra edecek ve bu coğrafyanın merhameti, insanlığı, kucaklayıcılığı dünyaya tesir edecek…

Bu yazımızda bu nedenle biraz uzun olacak, ‘hâfızanın tazesi iyidir’ diye biraz geçmişten alıntılarla günümüze ‘stratejik’ bir yaklaşım katmak bu yazıdaki hedefimiz…


1990’lı yıllar…


Rahmetli Turgut Özal, Eşref Bitlis, Adnan Kahveci, Uğur Mumcu… Bu isimlerin ortak özelliği ‘Güneydoğu’da Kürt halkı ile devlet arasına giren başta FETÖ ihaneti ve bu kuklaların ipini tutan Batılı güçler olmak üzere, sınırın ötesindeki ihanet şebekelerinin de kökünü kazımak’ için canlarını millete siper etmiş olmalarıydı. Öyle de oldu, hepsi cinayet, suikast veya terör saldırısı sonrası ruhlarını teslim ettiler… Ve 2000’li yılların başında Gaffar Okan’ı da unutmamak gerek elbette. “Aç insanın davası olmaz, kiminin ruhu aç, kiminin de bedeni’ sözünü hayattayken duymuşlar aktarır. Ve bu insanları iş, ev, mal sahibi yapmak için verdiği raporlar, aldığı riskler…


Jandarma Genel Komutanlığı’na Özal tarafından getirilen Eşref Bitlis’in izlediği politika, Kürt Siyaseti’nin en çok sözü dinlenen isimleriyle televizyon programlarına çıkması… Ankara’nın Güneydoğu’da o dönemde hız kazanan teröre karşı etkili mücadelesi. Bir devrin değişmesiydi adeta…


"Bir grup var bunlar cinayet işliyor diyenler, devlet de buna izin veriyor diye düşünenler. Öyle bir şey yok, o zaman devlet devlet olmaz!"

“Yuvalarını temizleyene kadar operasyonlara devam edeceğiz.”


Bu cümleleri Barzani-Talabani dengesini tahlil ederek, bölgeye Kuzey’e giden ilk komutan olarak yaptığı ziyaretle de pekiştirmişti rahmetli Eşref Bitlis. Özal’ın 1992’de hazırlattığı Güneydoğu Raporu’nda “Güneydoğu yatırımları, terörün bitirilmesi gerektiğine dikkat çekiliyor, Amerika’nın Ankara’nın bölgedeki politikalarından rahatsız olduğu, o dönem bölgede konuşlandırılmış Çekiç Güç’ün PKK’ya yardımları” vurgulanıyordu…


Bitlis’in, bölgede terörden beslenen iş adamları olduğuna dair ifadeleri ve rapordaki şu cümleleri de hâfızalara kazınmıştı: 


"Bölge halkının kazanılması zaruridir. Yanlış yönetimle terör örgütü arasında sıkışmıştır. Bunu suistimal edenlerin bertaraf edilmesi zorunludur.”


Özal ve Eşref Bitlis, o kadar cesur hareketlere imza atmıştı ki, Ağustos 1992’de Milli Güvenlik Kurulu, Diyarbakır’da olağanüstü toplantı dâhi yapmıştı… Ve toplantıda ‘Bölge halkının yaşam seviyesinin yükseltilmesi için çalışmaların artırılması’ vurgusu yer almıştı.


Çok zaman geçmedi, bu gelişmelere karşı duyulan rahatsızlığın yankısı, İran’dan Türkiye’ye giren PKK’lıların Alan Karakolu’nu basması ve 20 şehidin verilmesiyle, sağ duyulu görüşleriyle dikkat çeken Musa Anter’in öldürülmesi olmuştu. Ve elbette Uğur Mumcu Cinayeti…


Evet evet, “Bu ülkede banka soyarken kar maskesi, ülke soyarken Atatürk maskesi takılır” diyen, “ABD için sorun, İran, Irak ve Türkiye’nin birer bölümünü kapsayacak bir Kürt devleti üzerinde şimdiden egemen olmak ve olası petrol yataklarını bu Kürt devleti aracılığı ile elinde tutmaktır” diyerek bugün PKK tekeri olan sözde solculara uyarıda bulunan Uğur Mumcu da kaosun hedefiydi. İşin ilginci, o dönem SHP’nin başındaki SHP’yi, HEP ile işbirliğinden dolayı eleştiren ve PKK terörüne mecliste legalleşme kazandırdığı tepkisini gösteren Uğur Mumcu…


Rahmetli Eşref Bitlis, ‘Kod Adı: Kale’ isimli MGK raporuyla kaostan kurtulma planını uygulamak için yola çıktığı 17 Şubat 1993’de şehadete erdi… Çok az bir süre önce de, 24 Ocak 1993 günü Ankara'dan bu kez çözüm adına özel yazılar kaleme alan Uğur Mumcu katledildi.  İki arasında yine bu alanda dönemin kilit isimlerinden Adnan Kahveci de sır dolu bir kazada hayatını kaybetti. Ve son olarak, 17 Nisan 1993'de ise Özal zehirlenme iddialarıyla da gündeme gelen bir şekilde vefat etmişti.


Rahmetli Özal’ın Türk Cumhuriyetleri ve Orta Asya ile başlattığı süreçleri de anımsamak gerek elbette. 7 Nisan 1993 tarihinde 5 ülkeyi kapsayan 12 günlük Orta Asya ziyaretinin ardından ‘zehirlendiği’ iddialarının da gündemi uzun süre meşguliyetiyle veda etmişti fâni dünyaya.. 


Ve Diyarbakır’ın ‘Gaffar’ babasını da bu konu özelinde tekrar hayırla yâd etmek gerek… Halk ile devletin bütünleşmesi için gecesini gündüzüne katan ismin, “Makam peşinde değilim, yapacak birşey bulamazsam babamın fırınına gider ekmek satarım...”, “Ben sapına kadar Diyarbakırlıyım..." sözlerini iyi anlamalı. Ve meşhur anonsunu da hatırlatmak şart:

“3310'dan tüm birimlere, Ben Ali Gaffar Okkan. Bu size ilk ve son uyarımdır. Diyarbakır halkına eziyet edeni yakarım!””


Şehirde vatandaşların güvenlik ve huzurunun sağlanması için yürüttüğü mesai ile birlikte, Diyarbakır'ın kritik noktalarına kurdurduğu kameralardan da gece geç saatlere kadar makam odasındaki dev ekranda sokaklardaki gelişmeleri takip ediyordu. Ve 24 Ocak 2001... Elektriklerin kesilmesiyle pusuya düşürülen Gaffar Okan da bir kumpasın şehidi olmuştu…

 

“Gelelim Günümüze…”


Peki bu kadar karamsar bir tarihi neden paylaştık?

‘Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az’ kabilinden bizimkisi aslında…


Yazımızın girişinde demiştik ya, ‘hatalar tekerrür eder’ diye…


Bu milletin bir kesimi, ‘devlet’ politikası ile ‘parti’ politikasının farkını uzun süre anlamadı.

Örneğin, İrlanda’da IRA, İspanya’da ETA nasıl devlet politikasıyla (AB etkisi de dahil) yok edildi, doğru düzgün bu örnek üzerinden bile izah edilemedi.

‘Megri Megri’ diye geri zekalılık derecesini belirtilen bir üslûp ile karşılık buldu maalesef bir insanımsı güruh nezninde…


Türkiye, Orta Asya’da, Güney Kafkasya’da çok kutuplu dünyanın yeni düzeninde konumlandırılmaya çalışılıyor devletin kâdim aklı ile. Orta Koridor, ‘Bir Kuşak, Bir Yol’, Güney Koridor gibi bir çok yeni ticaret yolu, Doğu-Batı arasındaki köprünün arayışının en kritik kavşağı bu bölgeden geçiyor.


Türkiye ve Türki Cumhuriyetler, ‘Türk Devletler Teşkilatı’ ile yeni dengelerin ağırlık merkezi olmak için olağanüstü gayret sarf ediyor. Devlet, askeriyle, diplomasisiyle, aklı selim iş adamı ve sivil toplum örgütleriyle ilmek ilmek kamu diplomasisi inşa ediyor.


Irak ile 'Faw Limanı - Kuru Kanal Projesi' ile Doğu - Orta Doğu zenginliğinin dünyaya erişimi kolaylaştırılmaya çalışılıyor. Gece gündüz farklı devletlerle, milletlerle ortak gelecek inşa edilmesi için inanılmaz görüşme trafikleri yaşanıyor.


Bu kez devlet aklının millet aklına da ‘içimizdeki kart, cırtlak sesleri bastırarak’ hükmetmesi şart! ‘Post Truth’ yani yalanın gerçeklere üstün kılındığı, insanların basit gündemlerle oyalandığı dönemlerden sıyrılacak tedbirlerin alınması gerektiği muhakkak!


Bunun devlet, millet, vatan, bayrak bilinciyle sağcısı, solcusu vatanseveriyle birlikte yapılması olmazsa olmaz!


Avrupa’nın ‘milliyetçi’, ‘nazi’, ‘ırkçı’ tutumundan sıyrılıp ‘Avrupa Birliği’ gibi ulus üstü bir kavramla ilerlemesini, Amerika’nın okyanus ötesinden bizleri ‘Kürt’, ‘Laz’, ‘Çerkez’ diye oyalamasını ve bu parçalanmışlıktan beslenmelerini, ‘Arap’ için de ayrı bir fitne tezgahladığını somut ve anlaşılır şekilde anlatmak gerçekten ‘kritik’ bir ihtiyaç!!!


Nasıl mı?


Sorulması âdetten değildir, hiç de sorulmaz...


Basit bir izahatla; “Bu konu adres tarifi gibi değildir, kapının önüne kadar götürülmelidir…”

Problemin tespiti çözümün yarısıdır!


Bizden dikkate sunulması.


Değerlendirmesi, vebâl altında olanlara ait…

 

Bayram Kılınçer / Harb-i Strateji - 02.06.2024

bottom of page